SOCIAL MEDIA

Love List

16 Ocak 2017 Pazartesi

Kitap; Cam Hücre…



Philip Carter, iyi bir adam; iyi bir işi, derin bir aşkla sevdiği iyi bir karısı var. Tüm felaketlerin sadece başkalarının başına geleceğini sanarak yaşayan binlerce insandan biri. Ruhunun labirentlerinde, kendi zayıflıklarının peşinde koşarken bir tür ‘’ kader nevrozu ‘’ girdabında dönüp duran bir insan.
Ta ki, haksız suçlamalar, cezaevi, morfin, işkence, ihanet ve sonunda kapısını çalan cinayet bütün yaşamını kuşatıncaya kadar… Cezaevindeki taş hücresinden camdan görüşme kabinine, cam morfin şırıngasından herkesi görebildiği ve herkes tarafından görülebildiği yaşamın ‘’ cam hücre ‘’ sine uzanan bir serüven…
Patricia Highsmith, işlemediği bir suçtan altı yıl cezaevinde kalan, başarılı mühendis, Fransız edebiyatına meraklı, klasik müzikten hoşlanan, tüm dünya bir cezaevidir, cezaevleri ise dünyanın abartılı biçimleridir diye düşünen ‘’ iyi aile babası ‘’ Philip Carter’ın hayatındaki ‘’ kara ayrıntılar ‘’ın giderek çoğalmasının soluk kesici hikâyesini anlatıyor ‘’ Cam Hücre’’ de…

Bu kitapla olan tanışma öyküm biraz farklı. Yazarın, yani Patricia Highsmith başka bir kitabının tanıtım yazısını bir edebiyat dergisinde okumam ile başladı bu kitabın öyküsü benim tarihimde.
Yazarın anlatımını, hikâye örgüsünü o kadar güzel anlatmıştı dergi ilk fırsatta kütüphaneye gidip kitabı okuma isteği doğurdu bende. Ama maalesef kütüphanede bu kitap yoktu yazarın sadece bu kitabı alıp okumam için uygundu, diğer kitabı başka bir üyedeymiş çünkü. Bende kaderde bu kitabı okumak varmış diyerek kitabı alıp okumaya başladım. Büyük bir merak ile.
Kahramanın hapishane hayatı, burada yaşadığı dışarı çıkma umutları, cezaevindeki ortama uyum sağlamaya çalışması, otorite ile sorunları ve bunun sonucunda yaşadığı işkence. Sonrada artık burada kalacağını anlaması. Umutlarını yitirip cezaevi ruhuna bürünmesi, birazda morfin yardımıyla. Tüm bunlar olurken dışarıdaki oğlu ve en önemlisi karısı ile yaşadıkları ilk bölümünü oluşturuyor kitabın.
Zaman zaman biraz durgun gitse de yine de merakla okudum. Yazarın tarzı bana biraz farklı geldi doğrusunu söylemek gerekirse. Yazarın olayı kurarken ki felsefesi, hele devrine göre oldukça farklı.

İkinci bölümde ise kahramanımız işlemediği bir suçun cezasını çekip yeni yaşamına başladığı bir yeni başlangıcı anlatıyor. Karısına olan büyük aşkı uzun yıllar nedeniyle aralarına giren şeyler ve bir kişi yüzünden sınanması. Oğluna baba olmaya çalışması ama aralarındaki geçen yıllarının boşluğunu kapatmaması. Ve iş bulması veya bulma çabası. Tüm bunlar ile uğraşırken artık kendisinden alınan adaleti geri verme çabasına girmesi.Ve bende büyük bir şaşkınlık yaratan bir sona doğru gidiş.Yaşanan acımasızlıkların, haksızlıkların bir adamı nasıl değiştirdiğini gözlemlemem.
Ben kitabı sevdim, yazım dili çok akıcı olmasa da. İnsandaki değişimleri, zihinsel değişimi anlatması bakımından. Ama en önemlisi yazarın felsefesini sevdim.
Yani yazarın kitaplarını okumaya devam. 
Peki, siz yazarın kitaplarını daha önce okudunuz mu?
Sizin görüşleriniz nedir? Benimle paylaşır mısınız?

Ve vicdanını bulmaya çalıştı. Ya da olmaması anlamına gelen boşluğu. Vicdanı yok olmuştu. Belki artık hiç yoktu. Cezaevinde insanın vicdanına ne oluyordu?
Peki, bizim kendi cezaevimizde vicdanımıza ne oluyor? 
Bunu hiç düşündünüz mü?
Ben bazen kendi dünyamda yaşanan onca acımasızlıklar içinde zaman zaman vicdanımın köreldiğini hissediyorum. Beni kurtaran ise köreldiğini hissetmem galiba. Bir gün bunu da hissetmesem o gün benim kara ayrıtlarının tüm yaşamımı kapladığı ve her şeyin karanlığa döndüğü andır bence… Şimdilik hayatım duman grisi, dürüst olmam gerekirse eğer…
Cam hücremden bloguma açılan bu pencereden karanlıkları beraber azaltmak dileği ile,


Sevgiler…
Devamını oku